Geçtiğimiz haftalarda edebiyatımız için güzel bir haber kapımızı çaldı: Selim İleri’nin yeni romanı Yalnız Evler Soğuk Olur okurla buluştu. Büyük bir heves ve heyecanla elimize aldığımız romanı soluksuz bitirdik. Ardından da İleri’yle roman üzerine konuştuk. 2018’de “vasiyet romanı” olarak adlandırdığı bu kitabı neden şimdi yayımlamayı tercih ettiğini, yazar ile kurguladığı karakterleri arasındaki ilişkiyi ve bir yazar olarak Selim İleri’yi kendisiyle konuştuk. Romanın etkileyici cümlelerinden biri olan, “Anlaşılmaz bir acı gelip saplanınca yazmaya koyuluruz” ifadesinin arka planını sorunca İleri, “O anlaşılmaz acılar benim için galiba elli yıldır can yoldaşı. Yani mutlu insanlara hiçbir zaman büyük bir yakınlık duyamadım” diyerek cevap verdi. İşte sohbetimizin devamı…
* Yalnız Evler Soğuk Olur, sizden, roman karakterlerinizden önemli parçalar taşıyan bir roman. Aslında eski bir söyleşinizde bu kitabınız için “vasiyet romanım” diyor, ölümünüzden sonra basılmasını istediğinizi söylüyordunuz. Bu sürprizin nedeni nedir? Fikrinizi ne değiştirdi?
Unutmamışsınız, Yalnız Evler Soğuk Olur benim için gerçekten “vasiyet romanı” özelliği taşıyordu. 2018’de bitirdiğimde öyle düşünüyordum. Ama yaşam bambaşka akışlarda yol alıyor. 2020’lerde yaşadığım her şey beni çok yeni ve bambaşka hesaplaşmalara götürdü. Onlarla hesaplaşmak için bu romanın yayımlanması gerektiğini düşündüm. Bununla birlikte düşüncem, fikrim tamamen değişmiş değil: Yalnız Evler Soğuk Olur hâlâ benim için bir vasiyet romanıdır: Yakın tarihimizin sonu gelmez kıyımlarına karşı bir yas tutuştur.
* Elimizdeki kitap hangi yönleriyle otobiyografik öğeler taşıyor? Veya ne kadarı otobiyografik? Romanın temel meselesinin karakterlerinizle, kendinizle, yaşadığınız zamanla yüzleşme, karşılaşma anı olarak tanımlayabilir miyiz?
Elbette, tanımlayabiliriz. Aslında her anlatıda otobiyografik özellikler vardır bence fakat Yalnız Evler Soğuk Olur’da biraz daha fazla. Yaklaşık altmış yıla yaklaşan bir hayat hikâyesinin tükenmeyen, tükenmesi olanaksız, hep süregelen keder yumaklarıydı. Sizin dışınızda, sizin için örülen bu yumaklar sonunda ne yazık ki hayatımızın bir anlamı hâline dönüşüyor. Bir büyük şairimiz Behçet Necatigil, bizim en büyük sevincimizde bile gözyaşı olduğunu söyler. Ne yazık ki bu toplumda bu hiç değişmeyen bir gerçek. Bu çerçeveye içinde kendimle, yaşadığımız zamanla yüzleşmeye çalıştım. Roman kişim Süha Rikkat’le sanrısal yaşamda karşılaşmam bu yüzleşmeye yol açtı. Yüzleşebildim mi bilmiyorum. Buna beni, yani biraz yorgun Selim İleri’yi yıllardır yalnız bırakmayan okur karar verecek.
* Okura da çok işin düştüğü bir roman var karşımızda. Bir dedektif gibi satır aralarında gezinmemiz gerekiyor. Yani bir noktada metne dahil olmamız, renkleri, kokuları, dokuları anlamlı noktalara kaldırmamız gerekiyor. Tüm bunlarla beraber sizce bu roman Selim İleri okuru için nasıl bir anlam ifade edecek?
Öyle sanıyorum ki romancı zavallı öksüz ve yetim yapıtı için okurdan her zaman bir şey beklemiştir. Bu belki gerçekleşir belki gerçekleşmez… Şükretmeliyim ki okura daima gönül borcu duydum, taa şifresi bozuk Her Gece Bodrum’dan beri. Yalnız Evler Soğuk Olur aşağı yukarı beş altı romanımdan iz düşümler içeriyor: Ölünceye Kadar Seninim, Hayal ve Istırap, Kafes vb. Bu açıdan yaklaştığımızda okurdan belki çok şey bekledim. Ama hiç korkum yok.
* Kitapta bize çiçeklerden bahsediyorsunuz: Ballıbaba, gelincik, hüsnüyusuf, gülhatmi… Ağaçlardan da gülibrişimi ekleyelim. “Tarh” sözcüğünü unutmamızdan da dem vuruyorsunuz. Bir rüya anlatısı gibi ilerleyen kitabın bize sürekli çiçeklerden bahsetmesi, unuttuklarımızı hatırlatmak istemesinden olabilir mi?
“Unuttuklarımızı hatırlatmak” isteği bende yıllar içinde bir acı hastalık oldu. Çünkü boyuna unuttuklarımızla yüz yüze geldiğimizi düşünüyorum. Saydığınız ve benim de saymış olduğum çiçekler, bitkiler hâlâ doğada varlıklarını sürdürüyor. Ama ne yazık ki çağ o çağ değil. O kadar değil ki, batının en büyük çiçek ressamlarını, bizim eşsiz şükrûfenâmelerimizi kapı dışına atalı hani! Doğaya hayatımın bir noktasından sonra çiçekler aracılığıyla yaklaşmak istedim. Yoksa doğanın da yaşamasız olduğu anlar sayılamayacak kadar çok!
* Anlatıcımız, nadir zamanlarda kendi olabildiğini, daima sahte hüviyetlere büründüğünü söylüyor. Peki bir yazar ne kadar kendisi kadar yaşayabilir? Veya bütün karakterleriyle birlikte mi yaşar? Örneğin Selim İleri, bir bahar çiçeğini koklarken arada bir Süha Rikkat gibi de koklar mı?
Anlatıcı, bu romanda galiba bir yazınsal dönüşüm olarak değil, kendinden ve gerçekten kaçmak uğruna sahte hüviyetlere bürünüyor. Ama hemen aklıma Yakup Kadri’nin Kiralık Konak’ta söyledikleri geliyor: “… bizim gibi toplumlarda ruhu hiçbir zaman soymaya gelmez.” Bu açıdan yaklaştığımız vakit Yalnız Evler Soğuk Olur var gücüyle dürüst olma çabasına rağmen belki yine kaçamaklara sapmıştır…
* Kitapta dikkatimizi üstüne toplayan bir cümle var: MUTLU SON. Süha Rikkat mutlu sonu sevdiği, aradığı için yanlış mı yapıyordu? Yoksa “mutlu son” hakikat içinde bir hakikat mi?
Bütün kitapların, bütün filmlerin, bütün oyunların hep mutlu bitmesini istedim; mutlu bittiklerinde de bu oyun olmamış, bu film olmamış diye hayıflandım. Hayatın “mutsuz son”una bu tuhaf bağlılığım yazık ki çok uzun sürdü. İyileşebilir miyim bilmiyorum. Süha Rikkat’e gelince mutlu sonlar yazdı ama, bu toplumun, yakın tarihin amansız mutsuzluklarıyla daima yüz yüze geldi.
* Romanın en etkileyici cümlelerinden biri de şu olabilir: “Anlaşılmaz bir acı gelip saplanınca yazmaya koyuluruz.” Yazmak, sizin için zorunlu bir hâl mi?
O anlaşılmaz acılar benim için galiba elli yıldır can yoldaşı. Yani mutlu insanlara hiçbir zaman büyük bir yakınlık duyamadım. Onları çoğu zaman bencil, biraz aptal, biraz kötücül, sonsuz duyarsız alımladım.
* Yalnız Evler Soğuk Olur vasiyet romanıydı ama okuruna sürpriz yaptı. Peki onun yerine geçecek yeni bir vasiyet var mı?
Yineliyorum, yaşamın nereye gideceğini söylemeye kalkışmak bir hataydı. Dilerim bu hataya tekrar düşmem. (Fakat şu cümlemi lütfen çıkarmayın: Bir gün bu özenli sorularınıza gönül borcumu mutlaka yeniden hatırlayacağım.)